Terezin

THERESIENSTADT TOPLAMA KAMPI

Adını 1740-80 yılları arasında hüküm sürmüş İmparator II. Joseph’nin annesi İmparatoriçe Maria Theresa’dan almış olan ve Çekoslovaky’da (Terezín şehri bugün Çek Cumhuriyeti sınırları içindedir) bulunan Terezín şehri, II. Dünya Savaşı sırasında, 10 Haziran 1940’ta Naziler tarafından işgal edilmiştir. Onlarca, yüzlerce, binlerce sanatçının tutsak edildiği Theresienstadt Toplama Kampı yine Nazi’ler tarafından 24 Kasım 1941 tarihinde oluşturulmuştur.

Yaşam şartlarının çok zor olması dolayısıyla Theresienstadt Toplama Kampı’nda binlerce Yahudi yaşamını yitirdi. 7000 kişinin yaşaması uygun olan yere 50.000 üzerine Yahudi getirildiği için yaşam şartları iyice zorlaşmış, yiyecek kıtlığından dolayı birçok esir zayıf düşerek hayatlarını kaybetmiştir. Hastalıklara karşı da ilaç kullanımı cezası ağır işçilik veya ölüm olmak üzere kesinlikle yasaktı. Bu ağır şartlarda da olsa bazı sanatçılar ve besteciler yaratım gücüyle hayatta kalmayı ve eserler vermeye devam etmeyi başardılar.

Terezin Bestecileri

Pavel Haas

Yazan: Michael Beckerman

Pavel Haas Moravya’nın başkenti Brno’da zengin ve önde gelen Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Brno zengin bir kültürel hayata sahipti ve Haas’ın çocukluğu sırasında Leoš Janáček hem yerel hem de ulusal anlamda önde gelen bir kişilikti. Haas tiyatro ve film müziğinde önemli bir bestekar oldu ve örneğin Karel Ĉapek’in kötü bir şöhrete sahip olan RUR (Rossum’s Universal Robots)’un müziğini yaptı. Bu dönemde Amerika’da savaş sonrasında başarılı bir aktör olan ağabeyi Hugo Haas ile de defalarca çalıştı. Savaş yılları Haas’ın profesyonel gelişimini ciddi bir şekilde etkiledi ve 1941’de Terezin’e alındı. İlk başlarda beste yapmak için fazla hasta ve depresif olsa da sonraları kampın zengin sanat hayatının bir parçası oldu ve zamanının klasikleri arasında kabul edilen eserlere imza attı. 1944’ün Ekim ayı ortasında Auschwitz’e gönderildi ve hemen öldürüldü.

Hayatı

Besteleme konusunda bir dahi olan Haas, 1917’de Avusturya Ordusu’na alınana kadar Brno’daki Filarmoni Okulu’nda okudu. Bu süre zarfında Brno’da kalmaya devam etti ve 1919’da Brno Konservatuvar’ında Jan Kunc ve Vilém Petrželka ile ciddi beste çalışmaları yapmaya başladı. Sonra (1920-1922), konservatuarda Leoš Janáče’in önderlik ettiği ustalık sınıfına girdi. Moravya’daki kültürel figürlerden uluslararası başarı elde etmiş tek kişi olan Janáček‘in Brno ve Moravya’daki prestij ve etkisini göz ardı etmek imkansızdır. Her ne kadar Haas açıkça kendi yolunu çizmişse de Janáček’in ondaki etkisi çok derindir.

20’li yaşlarının başında Haas, zamanının trendinin içinde çok üretken ve becerikli bir bestekardı. 1930’lar Çek sinemasının altın çağıydı ve sinemanın en önde gelen kişiliklerinden bir tanesi Haas’ın ağabeyi Hugo’ydu. Bu dönemde Haas’ın hem sinema hem de tiyatro için bir çok dikkate değer çalışması olmuştur ve 30’ların ortasında bestekar olarak olgunluğuna ulaşmış ve The Charlatan operası, String Quartet 2 ve 3 ve Suite for Oboe gibi eserler vermiştir. Bu dönemde çok önemli bir eserini, büyük bir senfoniyi, bitirememiştir ve bu eser ancak ölümünden sonra tamamlanabilmiştir.

Çek toplumu Nazi varlığının baskısı altında parçalanırken, Haas diğer Yahudi bestekarları gibi kendi çıkarlarını koruyabilmek adına elinden gelen her şeyi yaptı. Bu durum karısını anti-semitik politikalardan koruyabilmek adına ondan boşanmayı da gerektiriyordu. Haas 1941’de Terezin’e gönderildi.

Haas’ın Terezin’deki hayatına dair anlatılar, genelde onun en başlarda çok hasta ve depresif olduğundan ve ancak Gideon Klein gibi etkili ve korkusuz birinin önüne boş müzik sayfaları koyup onu yazmaya zorlamasıyla yaratıcılığına tekrar kavuştuğundan bahseder. Terezin’deyken Haas birçok eser yaratmıştır; bunlardan en önemlisi, kampı Yahudiler için bir cennet veya bir spaymış gibi göstermeyi amaçlayan 1944 yılının Nazi propaganda filmi ile ölümsüzleşen The Study for Strings’dir. Burada sanatçıyı gergin bir şekilde otururken ve sonunda birkaç sert yay alırken görürüz. Filmde Karel Ančerl tarafından yönetilen eser, savaş sonrasında başarıyla yeniden canlandırılmıştır. En büyük eserleri arasında, Terezin’deki son senesinde yazdığı The Four Songs on Chinese Poetry yer almaktadır. Çeşitli seviyelerde yazılmış bu gelişmiş beste, 1944 Haziranında bir konserde sahnelenmiştir.

Kızıl Haç’ın ziyareti ve propaganda filminin tamamlanmasından sonra içeridekiler için artık korunmaları için bir sebep kalmadığı gerçeği açıktı. Yazın sonunda işler değişmeye başladı ve 1944’ün Eylülünün sonunda geniş çaplı nakiller başladı. 16 Ekim’de Haas diğer Terezin bestecileri Klein, Krása, Ullmann ve Karel Ancerl ile nakledildi. Ančerl’in ifadesine göre Haas, Ullmann ve Krása ile beraber anında gaz odasına götürüldü.

Çalışmaları

En erken döneminden itibaren Haas, soyut müziğe ve metin temelli müziğe eşit derecede yakınlık duydu. Müziğindeki en formatif etki Leoš Janáček’ten ona miras kalan besteleyiş biçimiydi. Leoš Janáček’in dramatik yoğunluğu hem Haas’ın sanatsal gelişimini hem de kısa motifleri ve Moravyan müzikal ögeleri kullanımını etkiledi. Haas’ın ayrıca İbranice ayinlere de yakınlığı vardı ve bunları neoklasik ve caz cümlelerine de uyarlıyordu.

Janacek’in stiliyle kendi olgun sesinin birleşimi, 1938’de Suite for Piano ve String Quartet #3 gibi eserlerde yerel ve uluslararası müzikal ögelerin sentezi, 1939’da Suite for Oboe and Piano’da ve tabi ki olgunluğunun en büyük eseri The Charlatan’da görülebilir. Özellikle bu eserde yüzey ile derinliğin, cazibe ile inceliğin birleşimini görüyoruz. Bu ögelerin ayrıca Haas’ın bitiremeyip ancak öldükten sonra tamamlanabilmiş senfonisinde de kullanıldığını görüyoruz. Örneğin, üçüncü kuartetin final varyasyonlarında Beethoven stili derinlik, Janacek’in aforistik yaklaşımı, Moravyan ritimleri ve Yahudi halk şarkısı tınılarına göndermeler vardır.

Haas’ın yaklaşımının derinleşmesi, sanatçı Terezin’deyken de devam etmiş ve en son raddesine Four Songs on Chinese Poetry ile ulaşmıştır. Burada bir çeşit; acı ve trajik olsa da, sentez vardır. Bu sevgiden ve eve olan özleminden bahseden şarkılar en az diğer eserler kadar Terezin’deki modu kapsar. İç monologlar olarak oluşturulmuş ve tarihi Çek ilahisi “St. Wenceslaus”gibi şeylere periyodik olarak göndermeler yapan eser bize hayat ve ölüm, doğrulama ve mutlak çaresizlik arasında dengelenmiş dokunaklı bir dünya sunar.

Haas’ın, Çek topraklarında yüzyıllar boyu besteciler tarafından yüzlerce defa kullanılmış St. Wenceslaus’un melodisiye kişisel bir ilişkisi olduğu anlaşılıyor. Bitmemiş senfonisinde ve Suite for Oboe and Piano’da defalarca bu melodiye gönderme yapılır. The Songs from Chinese Poetry’de de bu göndermelere rastlarız; dolaylı fakat yakıcı bir şekilde.

Gideon Klein

Yazan: Michael Beckerman

Gideon Klein (1919-1945) piyanist, besteci, yazar ve eğitimciydi. Kısacık hayatında hüneri, tecrübeyi, müzikal çeşitleri ve eylemleri baş döndürücü bir şekilde birleştirdi. İbrani halk melodileri düzenledi, çeyrek-ton besteleri yazdı, Terezin’deki ‘Verdi Requem’inin prodüksyonunda görev aldı ve oradaki müzikal hayatın içinde olağanüstü bir yere sahip oldu.

Terezin’de Klein ile beraber olan Michael Flach, (Gideon Klein tarafından çalınan) “Eski Okulun Tavan Arasındaki Konser” eserinde bulunan aşağıdaki pasajda onun varlığıyla ilgili şiirsel bir izlenim yaratmıştır.

“Ve dün o adam bütün damarları kesti
Orgun bütün borularını açtı
Tüm kuşları şarkı söylesinler diye ayarttı
Şarkı söylesinler diye
Her ne kadar zangoçun sert parmakları üstümüzde merhametsizce uyuyor olsa da”

Hayatı

Klein 1919’da Moravya’nın Prerov şehrinde, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya geldi. Annesi ve babası Çekçe konuşan Yahudilerdi ve Klein geleneksel bir ortamda büyüdü. Yetenekleri çok erken yaşta farkedildi ve 11 yaşında Prag’da Růžena Kurzová’dan ders almaya başladı; 20 yaşına geldiğinde artık tamamen oraya taşınmıştı. 1934 senesinde beste yapmaya başladı ve piyano çalışmalarına Vilém Kurz ile devam etti. 1939’da master sınıfını bitirdi ve Charles Üniversitesi’nde müzikoloji okumaya başladı ve Alois Hába ile bestecilik üstüne çalıştı.

Bu çalışmalar zorlu ve belirsiz koşullarda yapılıyordu — 1939’un kasımında Çek üniversiteleri Naziler tarafından kapatılmış ve 1940’ta Klein konservatuvardan zorla çıkartılmıştı. Bir davet üstüne Londra’daki Royal Academy of Music’te okuma şansı iptal edilmişti. Bir sonraki sene Klein “Karel Vránek” ismini kullanarak evlerde konser vererek ve beste yaparak işine devam etmeye çalıştı. Evi bir müzik salonuna dönüşmüştü ve sanatçıların buluştuğu bir mekan haline gelmişti. 4 Aralık 1941’de, neredeyse üç sene boyunca kalacağı Terezin’e gönderildi.

Klein’ın Terezin’deki faaliyetleri içinde bulunduğu olumsuz şartlara rağmen son derece dikkat çekicidir. Müzik ve başka konulara dair gayretli bir eğitmen olmuştur ve kendini oradaki yetimlere öğretmenlik yapmaya adamıştır. Faal bir sanatçı olarak kalmış, çeşitli opera prodüksyonlarında piyanistlik yapmış, Beethoven’ın Op.110’u, Janáček’in Sonatı ve Busoni’nin Bach’ın Toccata’sı ve Fugue in C Major’ün uyarlaması gibi solo resitallerde yer almıştır. Ayrıca, Schubert’in Trio in Bb, Op.99’u ve Brahms ve Dvořák’ın piyano kuartetleri gibi oda kompozisyonlarını sahnelemiştir. Ayrıca bir besteci olarak belirgin bir ilerleme sağlamış, birçok koro parçası yazmış, muhteşem bir piyano sonatı, yaylı çalgılar dörtlüsü için Fantasy and Fugue yazmış ve son olarak Auschwitz’e gönderilmeden hemen önce son eseri olan yaylılar için trio’yu bitirmiştir.

Aynı kadere sahip birçokları gibi, Fürstengrube toplama kampındaki son günlerine dair bir belgeye ulaşmak mümkün değildir. Klein’ın son zamanlarıyla ilgili bir ayrıntıya Milan Slavický’nin kendisiyle ilgili yazmış olduğu muhteşem biyografide rastlarız. Hans Schimmeling isimli bir mahkumun anlattığına göre Fürstengrube’deki herkesin doktor denetiminden geçmesi gerekmektedir. Bir SS subayı denetiminde bir odada çıplak bir şekilde beklemek durumundadırlar. Odada bir piyano vardır ve subay içlerinden birinin piyano çalıp çalmadığını sorar. “Olay tanığı bir müzisyen değildi ve çalınan şeyi tanımıyordu; fakat hala Klein’ın çalışını hatırlamaktadır ve şayet Klein – bir vals parçası gibi- subayın bildiği bir şey çalmış olsaydı belki kaderini hafifletebilirdi ve hatta belki hayatını dahi kurtarabilirdi diye düşünmektedir.”

Klein’ın mirası birçok müzisyen tarafından korunmuş; fakat özellikle kız kardeşi Eliška Kleinová’nın sancı dolu gayretleri sayesinde müziği kullanışlı hale gelebilmiş ve müzisyenlerin ilgisine sunulabilmiştir. Kleinová’nın amaçları ve başarılarının ardındaki niyeti Orel Kuruluşu’yla benzerlik göstermektedir.

Savaşın hemen ardından Klein’ın müziğine yönelik bir ilgi sağanağı olsa da, hem kendisinin hem de Terezin’deki diğer müzisyenlerin mirasının akibeti komünist yönetimle beraber çok parlak olmamıştır. Normalizasyon sürecinde Çekoslovakya’da, gerek karmaşık anlaşmazlıklar, gerek jeopolitik ittifaklar anti-semitizmi de bilfiil kılmıştır. Bu anti-semitizm Slánský davaları ve ondan daha mülayim fakat eşdeğer derecede zehirli dini ve kültürel boşvermişlik gibi çeşitlilikler göstermiştir.

Çalışmaları

Kısa fakat olaylarla dolu hayatında Klein, çoğu Terezin’de olmak üzere aşağı yukarı 25 özgün esere ve on kadar da düzenlemeye imza atmıştır. Milan Slavický, bestecinin eserlerini üç döneme ayrırır. 1929-38 arası bestecinin kendisini eğitip geliştirdiği dönemdir ve burada bestecinin ilk denemelerini ve sonrasında daha özgüvenli girişimlerine rastlarız. İkinci dönem 1939-41 arasıdır, zira besteci bu dönemde Prag Konservatuvar’ında Alois Hába ile çalışmaktadır ve çeyrek-ton’la denemeler yapmaya başlar. Üçüncü ve en önemli olan dönem Terezin’deki dönemidir ve burada moderniteyle içinde bulunduğu durumdan ötürü daha geniş bir seyirci kitlesine ulaşma amacı birleşir. Bu son dönemdeki eserler en çok sahnelenenlerdir.

1990’a kadar Klein’ın gençlik çalışmalarının kayıp olduğu düşünülüyordu. Milan Slavický’nin sözleriyle, “Gideon’un bir arkadaşı savaştan beri hiç açılmamış bir çanta buldu ve bu çantada bestecinin Terezin’den önce yazdığı neredeyse her şey vardı. Gideon Klein bu çantayı arkadaşına Terezin için yola çıkmadan hemen önce vermiş…Bu bağlamda Gideon Klein’ın yeni bulunan çalışmaları onu üstün çabalarla ve afili amaçlarla deneyler yapan bir besteci olarak gösterir; dolayısıyla kendisini önemli ölçüde değiştirme amacındadır.

Klein’ın eserlerinin ayırt edici özellikleri, form berraklığı; jazz, neoklasisizm, serializm ve mikrotonalizm gibi modern akımlara olan devamlı ilgisi; ve bu sanatın tasarımına ve varyasyon tekniğine olan ebedi ilgisidir.

Sanatçı kariyeri de Klein’ı derinden etkilemiştir ve Busoni’nın Bach düzenlemelerini keşfetmesi ve Bachian entellektüel fikri sıcak bir sentez ve bir çeşit aşırı anlamlılık oluşturmuştur.

Viktor Ullmann

Yazan: Gwyneth Bravo

Viktor Ullmann (1898-1944) 1 Ocak 1898’de şu anda Çek Cumhuriyeti’ne o zamanlar ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı Silezya’nın Teschen garnizonunda dünyaya geldi. Viyana’da eğitim gören Ullmann, hem Çek hem de Alman kültürel hayatına bestekar, şef, piyanist ve müzik eleştirmeni olarak büyük katkılar verdi. Schoenberg’in müzik felsefesi, Alman estetiği ve Rudolf Steiner’in antropozofisinden etkilenen Ullmann, sanatın insanın ruhani ve etik gelişiminde merkezi bir rol oynadığını anlamıştı. 1944’te ölmeden önce “artistik form”un Goethe ve Schiller’in perspektifinden anlaşılması gerektiğini ve “meselelerin ve maddenin form vasıtasıyla üstesinden gelindiğini, sanat eserinin sırrının form yoluyla maddenin yok edilmesinde olduğunu – bunun da sadece estetik insanın değil, etik insanın da, yani muhtemelen tüm insanlığın misyonu olarak görülebileceğini” yazmıştı. Kendi bestelerinin bağlamında, Schoenberg, Mahler ve Berg’in çalışmalarında olduğu gibi, batı sanat müziğiyle olan bağlantısında, Ullmann formu güçlü bir izahat aracı olarak kullandı.

Çocukluk ve Gençlik (1898-1919)

Maximilian ve Malwine Ullmann’ın çocukları olarak dünyaya gelen Viktor Ullmann’ın doğumu, 27 Ocak’ta vaftiz edileceği, Teschen’deki Katolik cemaatine kayıtlıydı. Ullmann’ın doğumundan önce Yahudi kökenli olan babası Avusturya Ordusu’ndaki görevinde daha rahat ilerleyebilmek için dininden resmen feragat etmiş ve Katolik olmuştu. Babasının Silezya boyunca çeşitli karakollara atandığı bir sırada, babasının işi gereği ailenin devamlı yer değiştirmesini önlemek için, annesi ile Ullmann, 1909’da, Ullmann’ın 1916’ya kadar oradaki bir liseye gideceği Viyana’ya taşındı. Eğitim gördüğü okulla eş zamanlı olarak Ullmann 1914’ten itibaren Eduard Steuermann’dan piyano ve Arnold Schoenberg’in öğrencisi Josef Polnauer’den teori ve kompozisyon dersleri aldı. Bu dersler dışında Ullmann’ın erken yaşlardaki müzikle ilişkisi üzerine fazla kayıt bulunmasa da, lise yıllarındaki bir programdan anlaşılıyor ki Ullmann 1915’te Mozart, Schubert ve Strauss’un eserlerinin çalındığı bir okul orkestrasını yönetmiş.

Kriegsabitur’u bitirdikten sonra ve mayıs 1916’da jimnastik okulundan erken bir şekilde mezun olduktan sonra, Ullmann gönüllü bir şekilde askerlik hizmetine kaydolmuş ve önce Viyana’da bir garnizona ardından da İsonzo cephesine gönderilmiştir. Savaştaki hizmetlerinden dolayı cesaret madalyası almış ve 1918’de teğmen rütbesine yükseltilmiştir. Iki senelik askerlik hizmetini bitirdikten sonra yalnizca Viyana Üniversitesi’ne hukuk öğrencisi olarak girmekle kalmamış ayrıca sınıf arkadaşları arasında Hanns Eisler ve Josef Travinek’in de bulunduğu Arnold Schoenberg’in Kompozisyon Semineri’ne katılmıştır. Eski öğretmeni Steuermann ile piyano derslerine devam ederken Ullmann, Arnold Schoenberg’in tavsiyesi üzerine Verein für Musikalische Privataufführungen’in komitesinin kurucu üyesi olmuştur.

Prag’da Profesyonel Hayatı (1920-27)

Mayıs 1919’da, Schoenberg’le bir seneden az çalışmışken, Ullmann kompozisyon derslerinden sınıf arkadaşı Martha Koref ile evlenmiş, üniversiteyi bırakmış ve aniden Prag’a taşınmıştır ki bu kozmopolit Avrupa başkenti Çek Ulusal ve Yeni Alman Tiyatrosunun merkeziydi. 1920’de Yeni Alman Tiyatrosu’na koro direktörü ve çalıştırıcısı olarak katılan Ullmann, kendisinden hem Alman hem de Çek repertuvarını kapsamlı bir şekilde öğrenmesini isteyen, tiyatronun direktörü Alexander Zemlinsky’den son derece titiz bir eğitim almıştır. Ullmann’ın koro direktörü olarak görevi koroları ve koristleri 1921’de Schoenberg’in Gurrelieder’i ve Mozart’ın Bastien und Bastienne’ için yapmış olduğu gibi çeşitli prodüksiyonlara hazırlamaktı. 1922’de tiyatronun şefi olarak atanan Ulmann, görevine 1927’ye kadar devam etmiştir. Prag’daki bu formatif yılları boyunca Ullmann, başta hayat boyu hayranlık duyacağı Berg’in Wozzeck’inin Çek Ulusal Tiyatrosu’ndaki Prag galası olmak üzere yeni eserlerin sayısız performanslarına tanık olmuştur.

Yeni Alman Tiyatro’sundaki faaliyetlerine paralel olarak Ullmann yeni eserler besteliyordu. Bunlardan bazıları; piyano ile Sieben Lieder (1923), the Octet (1924), Klabund’un Kreidekreis’i için yazdığı müzik (1925), Symphonische Phantasie (1925) ve sanatçının Op. 19, No. 4’ünü esas alan Variationen und Doppelfuge über ein Klavierstück von Arnold Schönberg (1925)’dir. Bu son eserinin orkestraya uyarlanmış versiyonu 1934’te prestijli Emil–Hertzka–Gedächtnispreisin ödülüne layık görülmüştür. 1923’te bestelenmiş olsa da Ullmann ‘ın ilk yaylı çalgılar dörtlüsü Op. 2, 1927 yılında Hans Krása, Karl Boleslav Jirák, ve Fidelio Finke gibi bestecilerin eserlerinin de sahnelendiği “Prag Bestekarları Gecesi”nde ilk defa seyirciyle buluşmuştur.

Ullmann 1927 sezonu için Aussig’deki (şu anda Ústí nad Labem) opera evine şef olarak atanmış ve burada Tristan und Isolde, Ariadne auf Naxos, Le nozze di Figaro, and Jonny Spielt Auf gibi eserleri yönetmiştir. Bu sezonun ardından Prag’a dönen Ullmann’ın o sırada sürekli bir görevi olamamış dolayısıyla bu süre zarfında serbest besteci olarak kariyerine devam etmiştir. Concerto for Orchestra’sı 1929’da Prag’da ve 1930’da Frankfurt’ta sahnelendiğinde ilgi oldağı olmuş, fakat onu uluslararası arenada tanınır kılan 1929’da piyanist Franz Langer tarafından Cenevre’deki ISCM Festivali’nde sahnelenen Schoenberg–Variationen’in ikinci versiyonu olmuştur.

1929-1931 seneleri arası Ullmann’ın kariyerinin zirve yaptığı zaman olarak görülse bile, Zürich Schauspielhaus için bestecilik yaptığı ve Avrupa’nın birçok yerinde bunların sahnelendiği bu dönem aynı zamanda ruhani ve entellektüel anlamda kriz dönemiydi.

Iç çatışmalarının sonucu olarak Ullmann Zürih’te psikoanaliz sürecinden geçmekle kalmamış, I-Ching, masonluk ve Avusturyalı filozof ve bilim adamı Rudolf Steiner’ın (1865–1925) antropozofisi gibi şeylerle ilgilenmiş, bilginin çeşitli ezoterik yollarından da geçmiştir. “İnsanoğlunun bilgeliği” anlamına gelen “antropozofi” terimini Steiner, Goetheanizm, Alman idealist felsefesi, ezoterik Hristiyanlık, Rosicrucianizm ve teozofizik gelenek ile ilgilendiği sırada geliştirdiği “esrarengiz bilgi”nin yolu veya epistemolojisini belirlemek için kullanmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Avrupa’sında tanınmış bir entellektüel figür olan Steiner, geniş bir alanda dersler vermiş ve takipçileri arasında bu fikirlerden etkilenmiş sanatçılar, bilim adamları, entellektüeller ve politikacılar olmuştur.

Ullmann ve Antropozofi (1929-1933)

Ullmann, Steiner’in çalışmalarıyla 1919’da Viyana’da öğrenciyken arkadaşları sayesinde karşılaştığında ilk başta reddetmiştir. On sene sonra 1929’da bunalım yaşıyorken ziyaret ettiği Goetheanum – Dornach, İsviçre’deki antropozofik hareketin uluslararası merkezi – dünya görüşünü radikal olarak değiştirmesinde temel olmuştur. Yeni tecrübeleri uyarınca 1931’de Antropozofi Cemiyeti’ne katılmış ve sonuç olarak Stutgart’ta ilk olarak işleteceği sonra da sahip olacağı antropozofi kitapevi için müzik kariyerine iki sene ara vermiştir.

Bu yeni girişimciliği tam bir başarısızlık olarak sonuçlansa da bu kendi sözleriyle onu “müziğe geri çekmiş”tir. Ullmann’ın 1931-1933 arasında Almanya’da kaldığı bu geçici süre onun için ciddi bir içebakış dönemi olmuştur. Bu süreçte Almanya’daki atropozofi hareketinde önemli figürler olan Hans Büchenbacher ve Herman Beckh ile arkadaşlık kurmuştur. Ullmann’ın Stuttgart’taki atropozofi çevrelerindeki müzikal bağlantıları onun müzikolog Erich Schwebsch ile ve Viyana’daki ortaokuldan beri tanıdığı Stuttgart Müzik Akademisi profesörü Felix Petyrek ile karşılaşmasına sebep olmuştur. 1931’de Alban Berg isimli bir arkadaşına yazdığı mektupta dediği gibi Ullmann “Steiner’in müzikle ilgili yazdığı her şeyi” okuyor ve “eski bir amacı olan, antropozofi hareketine direkt olarak hizmet etmek” için Stuttgart’taki Novalis Kitapevi’nde çalışıyordu.

Prag’a Dönüş (1933-1942)

1933’te Nazilerin Almanya’da iktidara yükselmesinin ardından Ullmann Prag’a döndü. Müzikolog Ingo Schultz’un araştırmasında görüldüğü üzere Ullmann’ın Almanya’yı terk etmesi onun Yahudi kimliğinin ortaya çıkmış olmasından kaynaklanmıyordu. Daha çok, Novalis Kitapevi’ni almasından kaynaklanan birikmiş borçlarıyla ilgili başlatılmış yasal süreçten dolayı Almanya’yı terk etmişti. 1933’ün Temmuz ayında Prag’a döndüğünde kendisine kalıcı bir pozisyon bulamadığı için Ullmann yine serbest olarak çalışmış ve bestekar, şef, müzik habercisi ve eğitmen olarak Alman ve Çek müzik kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur. Profesyonel faaliyetleri arasında Ullmann, Leo Kestenberg’s Internationale Gesellschaft für Musikerziehung’da düzenli olarak ders vermiş ve Der Auftakt, Das Montagsblatt ve Anbruch: Monatschrift für Moderne Musik gibi dergilerde müzik eleştirileri yapmış ve makaleler yayımlamıştır.

Prag’a geldiğinde Ullmann – antropozofi yazarı Albert Steffen’ın aynı isimli eserinden etkilendiği – muazzam operası Der Sturz des Antichrist Op. 9 üstüne çalışmaya başlamıştır. (operada klasik bir kötü figür olarak kullanılan Deccal, sürekli savaşlardan perişan hale gelmiş dünyada birlik kurup tek devlet haline getirir, buna da kişisel özgürlüklerin bedeli olarak maruz kalınır). İyiyle kötünün savaşının tasvir edildiği bu operada Deccal’in hegemonyasına karşı baş edebilen tek karakter rahip ve teknisyenin aksine sanatçı(şair)dir. 1935’te bitirdiği opera 1936’da jüri üyeleri arasında Prag’ın kozmopolit müzik hayatında tanınan Alexander Zemlinsky, Ernst Krenek, Egon Wellesz, Karl Rankl ve Lothar Wallerstein’ın da bulunduğu prestijli Emil–Herztka–Gedächtnispreis ödülünü almıştır.

Baştaki başarısına rağmen, eser Ullmann’ın yaşadığı sürede sahnelenememiştir. 1933’ten sonra Avusturya ve Çekoslovakya’daki politikanın sağa kaymasıyla beraber, eserin anti-totaliter ruhu sebebiyle, Viyana Operası’nın ve Çek Ulusal Tiyatro’sunun 1935 ve 1937’de bu eseri repertuvarlarına katmak istemeleri sorun yaratmıştır.

Der Sturz des Antichrist’ı bitirdikten sonra Ullmann 1935 ve 1937 seneleri arasında Alois Hába ile çeyrek ton teknikleri üstüne çalışmış ve 1936’da Sonata für Viertelton–Klarinette und Viertelton–Klavier, Op. 16’yı yazmıştır. Bu dönemde Prag’da besteleyip sahnelediği başka eserler, Piano Sonata No. 1, piyano ve soprano için Sechs Lieder, Albert Steffen’ın metinlerinin bulunduğu op. 17 ve 1938’de Londra’daki ISCM Festivali’nde sahnelenen String Quartet No. 2’dir. 1938’den sonra bestelediği Slawische Rhapsodie, the Piano Concerto ve Der zerbrochene Krug operası dönemin politik atmosferi yüzünden sahnelenememiştir.

Prag (1938-1942)

1938’de Bohemya ve Moravya’nın himaye altında devlet ilan edilmesiyle beraber Çekoslovakya Alman egemenliğine geçmiş, Almanya’da geçerli olan ve bu ilanlarla beraber Çekoslovakya’da da yürürlüğe giren Nuremburg Kanunlarıyla politik atmosfer iyice vahim bir hal almıştı. Bunun sonucu olarak, himayedeki kukla rejim tarafından anti-Yahudi yasalar uygulamaya konmuş ve Yahudiler kamu hayatı ve kurumlarından men edilmiştir. 1 Eylül 1939’da Polonya’nın işgali ve yenilgisiyle beraber Yahudilerin kitle halinde nakilleri için idari kararlar alınmıştır.

Bu artan politik gerginlik ve korku atmosferinde Ullmann, Der Sturz des Antichrist’ı sahneme teşebbüsünden vazgeçmiştir. Onun yerine, 1931’de evlendiği ikinci karısı Annie Winternitz, oğulları Max ve Johannes ve kızı Feliciadan oluşan ailesine göçmenlik vizesi bulmaya koyulmuştur. Yurt dışında – Güney Afrika’ya kadar – yaşayan dostlarına ve iş arkadaşlarına yazdığı mektuplarda onlardan yardım dilemiştir. 1939’un sonunda bütün göçmenlik şanslarının tükenmesi üzerine Ullmann ve karısı en büyük iki çocukları Felicia ve Johannes’i Prag’daki Çocuklar için Britanya Komitesi aracılığıyla İngiltere’ye göndermeye karar verdiler.

Bu zor dönemde Ullmann bestelemeye devam etmiş olsa da, hatta savaşın ilk iki senesinde yeni eserlerini kendi başına yayımlamış olsa da, içinde bulunduğu durum gittikçe daha da ciddileşiyordu. 1941’in Ağustos ayında ikinci karısı Annie’den de boşandıktan sonra, zaten ülkesi olmayan Ullmann, iyice sınır dışı edilme tehlikesi yaşıyordu. Aynı senenin ekim ortasında himaye hükümeti Lodz Ghetto’suna taşınacak bin tane ülkesiz ve bekar Yahudinin listesini yapıyordu. Bundan kaçınmak adına son anda Ullmann 15 Ekim 1941’de yeni eşi Elisabeth Frank–Meissl ile evlendi. Lodz’dan sınır dışı edilmeyle ilgili tebligat gelmiş olsa da Prag’daki Yahudi Cemaati onun lehine olaya müdahil oldu ve ona gerekli kimliği çıkartıp onu nakilden kurtardı. Fakat bu korunma da geçiciydi ve 8 Eylül 1942’de Ullmann ve karısı Prag’ın kuzeyinde bulunan Terezin’deki ya da Nazilerce kullanılan ismi olan Theresienstadt’taki toplama kampına gönderildiler.

Terezín/Theresienstadt: 1942–1944

Theresienstadt’ta Ullmann, Freizeitgestaltung (Boş Zaman İdaresi); SS’ler tarafından tasdik edilmiş Yahudi öz iradesinin kültür organı, himayesi altında yirmi üç eser vermiştir. Bunlar arasında üç piyano sonatı, bir yaylı kuarteti, Yahudi şarkılarının koroya uyarlanması, dramatik prodüksyonların arka plan müziği, tek perdelik operası Der Kaiser von Atlantis ve 1944’te bitirdiği ve Rilke’nin “Die Weise von Liebe und Tod des Cornets Christoph Rilke”den esinlendiği son eseri vardır.

Theresienstadt’taki besteciliğine paralel olarak Ullmann orada piyanist, şef, müzik eleştirmeni ve eğitmen olarak da etkiliydi ve ayrıca Studio für neue Musik’in direktörlüğünü yaptı. Bu sıfatlarla Ullmann kamptaki diğer bestekarların, özellikle Pavel Haas, Hans Krasa, Gideon Klein ve Siegmund Schul’un, eserlerini de desteklemiştir. Ullmann’ın Theresienstadt’ta yaşanan müzik aktiviteleriyle ilgili yazdığı müzik eleştirilerinden günümüze ulaşan yirmi altısı kamptaki olağanüstü faaliyetlerle ilgili bize önemli bir perspektif sunmaktadır. Yer altında başlamış bu kültürel faaliyetler, Nazilerin 1944 haziranında Kızıl Haç’ın ziyaretinde “model kamp” olarak gösterdikleri Theresienstadt’ taki koşullarla ilgili dünyayı kandırabilmesi amacıyla yapılacak propaganda adına, daha sonra açıkça da yapılmaya başlandı. Rejim tarafından bu kamp makyajlanmaya çalışılmış olsa da Theresienstadt’ta diğer toplama kamplarında yaşanan hastalık, açlık, işkence, idam ve ölüm kamplarına naklin hepsi aynen vardı.

Ullmann’ın 1943 yılında Theresienstadt’ta bir mahkumken yazdığı Der Kaiser von Atlantis operasının hem tarihi hem de dramatik arka fonu ölümdür ve kamptaki kültürel yaşamda faal olan Çek şair ve ressam Petr Kien’ın librettosundan temellenmiştir. Der Kaiser von Atlantis, Atlantis İmparatoru ve Ölüm karakteri arasındaki yüzleşmeyi anlatır ve ölüm üstüne derin bir sorgulayıştır. Atlantis İmparatoru ülkesindeki “kötü öge”lere kutsal savaş açar ve bunun için “Ölüm”ü askere çağırır. Halihazırda modern yaşamın ve ölümün mekanikliğinden alınmış olan Ölüm, imparatorun onu bu modern savaşa dahil etmesine içerler ve teklifi reddeder. Onun yerine imparatora ve insanlığa bir ders vermeye karar verir ve varoluşun içindeki merkeziyetini göstermek için ölümü herkes için imkansız kılar.

Der Kaiser von Atlantis, Boş Zaman İdaresi himayesi altında yazılmış da olsa, kampta hiçbir zaman sahnelenememiştir. 1944’ün sonbaharında SS’ler prova yapılırken baş karakter imparator ve Hitler arasındaki benzerliği farkedince prodüksyonu iptal eder. Der Kaiser von Atlantis, Der Sturz des Antichrist gibi modern savaşı ve savaşları daimi kılan tiranları eleştirmektedir ve gücün despotik doğası üstüne güçlü bir alegori olarak görülebilir. Burada ölüm ve tiranla yüzleşme, insan özgürlüğünün gerekliliğini şekillendirmede güçlü bir katalizör olarak gösterilir.

Ullmann’ın Müzikal Dili ve Estetik

1938’de Karel Reiner isimli bir arkadaşına yazdığı mektupta Ullmann müzikal dilinin gelişimiyle ilgili açıklamalarda bulunmuş ve ilk bestelerindeki, özellikle de Variationen und Doppelfuge über ein Thema von Arnold Schönberg für Klavier, Op. 3a’deki armoninin ve mimari kavramın Schoenberg’in öğretilerinden etkilendiğini söylemiştir. Ullmann’ın müzikal gelişimi, birincisi 1920 ila 1030’ların başına kadar olmak üzere, üç periyotta incelense de, Ullmann kendisini Schoenberg ekolünden ayırmaya Berg’in eserlerinden etkilenmeye başladığı 1924 senesinden itibaren başlar.

Ullmann’ın ikinci dönem karakteristiğini ortaya koyan, onun Prag dönüşü 1933’te yazdığı piyano sonatıdır. Ullmann bu eserini “ilk çabalarından biri” olarak adlandırır. Şöyle der, “… tonalitenin yapısının içindeki yeni armonik işlevler politonalite olarak adlandırılabilir. Başlıca tonalite, üç tonalitedir ama zorunlu değildir. Esas olarak gerçekleşen oniki tonalite ile onların ilgili minör dizelerinin birbirine bağlanmasıdır.”

Berg’i tonalite krizinden dolayı meydana gelen tarihi müzikal çıkmazı bağlamaya çalışan ilk besteci olarak gören Ullmann, Berg’in tonalite ve 12-ton tekniğini sentezlemesi üstüne çabaladı. Kendi çalışmasında Ullmann, Reiner’a yazdığı mektupta dediği gibi, “tonal temelde 12-ton sistemi olarak çalışabilecek ve majör ve minör perdelerinin birleşebileceği” bir müzikal dil üstüne uğraşıyordu.

Ullmann’ın son müzikal periyodu Terezin’dedir ve burada Prag’daki son yıllarında edindiği şekilsel ve dışavurumsal ustalık, kamptaki müzikal kültürün taleplerini karşılayacak şekilde ilişkilendirilmiştir. Son aylarında yazmış olduğu “Goethe ve Ghetto”
Isimli makalesinde Ullmann, kampın ıssız peyzajı ile ruhani ve estetik olarak yüzleştiğini söyler. Bu onu şunu yazmaya zorlamıştır, “benim için Theresienstadt, hep form üzerine bir eğitimdi; hala da öyle”. Ve şöyle açıklamıştır: “Daha önce, birisi maddi hayatın ağırlığını ve basıncını hissetmezken; çünkü modern hayatın kolaylıkları – medeniyetin o harikaları – onları gideriyordu, güzel formlar yaratmak kolaydı. Fakat Theresienstadt’ta, gündelik hayatta maddenin üstesinden form aracılığıyla gelinmesi gereken yerde, müzikal olan her şey çevredekilerle tam zıtlık gösterir: burası ustalar için gerçek bir okul.”

1944’ün yazının sonunda Theresienstadt’a müttefiklerin Avrupa’yı ve Rusya’yı işgal ettikleri yönünde haberler gelmeye başladığında, mahkumlar hevesle serbest bırakılacakları zamanı beklemeye başlamışlardı. Fakat Eylül’den Ekim’e Theresienstadt’tan Auschwitz’e başka ölüm kamplarına kitlesel nakiller devam etti. Ullmann 16 Ekim 1944’te Auschwitz’e gönderildi ve iki gün sonra kamptaki kültür hayatına katkıda bulunan diğer önemli kişilerle beraber öldürüldü.

Zikmund Schul

Yazan: David Bloch

Zikmund Schul, 11 Ocak 1916’da Chemnitz, Almanya’da asimile olmuş bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 3 Eylül 1928’de ailesiyle beraber Saksonya’daki Kassel bölgesine taşındıktan sonra 7 Ekim 1933’te Zikmund ve babası Almanya’yı terk edip Prag’a yerleştiler. Zikmund Schul, bir ara Berlin Konservatuvarı’nda Paul Hindemith ile çalışmış, sonra 1937’de Prag’a döndükten sonra Fidelio Finke ile beste çalışmalarına ve George Szell’le Alman Müzik Akademisi’nde orkestra yönetmeye devam etmiştir. Bu dönemdeki çalışmaları bir eleştirmen tarafından şöyle yorumlanmıştır:
Hindemith’ten etkilenmiş, ustalık sınıfının öğrencisi bu yetenekli bestekar Siegmund Schul’un zengin hayal gücü bize tema ve stil anlamında kendi ayakları üzerinde duran yaylı çalgılar altılısı için yapılmış müthiş ilginç bir eser sunmaktadır. (Alman gazetesi, 9 Haziran 1937)
Bu dönemde Kapellmeister sınıfına katılmış ve Alois Hába’dan dersler almıştır. Yine 1937’de Schul, Isolde Kurz’un ‘Die Nicht-Gewesenen’ isimli şiirini bir şarkı döngüsünün üzerine düzenlemiş (Gesänge an Gott) ve bu canlı yayınlanmıştır.

1941 yazı boyunca, yine Prag’da bestelediği eserlerden bir tanesi de sadece finaldeki fügün bugüne ulaşabildiği bir piyano sonatıdır. Bir flüt ve piyano sonatı da , cuma gecesi duası Mogen Owaus’un ayinsel düzenlemesi de bulunamamıştır. Prag yılları boyunca Zikmund Yahudiliğine daha çok yaklaşmış ve Leiben ailesiyle arkadaşlık kurmuştur. Altneuschul’ün hahamı Haham Leiben, sinagog şarkılarının yanı sıra onu Kabala çalışması için de teşvik etmiştir. Haham Leiben’in yardımıyla Yahudi cemaati ona şu anda Kudüs İbrani Üniversitesi Ulusal Kütüphanesi’ndeki Yahudi Müziği Araştırma Merkezi’nde bulunan resitatif ve ilahilerden oluşmuş 19. yy koleksiyonu ile çalışma fısatı sağlamıştır. Ayrıca, Prag yıllarında bestelediği eserlere hayranlık duyan Viktor Ullmann ile de arkadaş olmuştur. Schul, 11 Kasım 1941’de Terezin’e alınmıştır. Mahkumluğu sırasında beste yapmaya devam etmiş ve sıklıkla Ullmann ile modern müziğin hususları üstüne tartışmalarda bulunmuştur.

Schul’un özgün besteler ve düzenlemeler (hem enstrumental hem sesli) için seçtiği Kitab-ı Mukaddes’e ait metinler oldukça dikkate değerdir. Yahudi litürjisinden seçilen bu metinlerin çaresizlikten ziyade umut aşılamak için olduğu açıkça görülmektedir: “İnşa etmek ve dikmek, toprak sürmek ve tohum ekmek. Ve bu boş arazi işlenecek ve artık çöl olmayacak.” (Yeremya, İşaya, Samuel and Ezekiel’den). “(Bu diyara geldiğinde) Büyük şofar’ı (koç boynuzundan bir çalgı) öttür özgürlüğümüz için…” Schul’un ghetto’da yaptığı çalışmalardan bir çoğu, hem özgün hem de düzenleme olarak, koro eserleridir. 1941 yazında bestelenmiş bir tanesi Shield To Our Fathers (Babalarımız için kalkan) soprano, bariton, koro ve org için yazılmıştır ve sahnelenip sahnelenmediği bilinmemektedir.

Iki tane Yahudi enstrümental parçası Viktor Ullmann’ın Studio für neue Musik serisindeki ikinci konser programında (Young Composers in Terezín – Terezin’deki Genç Bestekarlar) yer almaktadır. Bunlar keman ve çello için yazılmış Two Chassidic Dances ve Egon Ledeč’in yaylı dötrlüsü için yazılmış Divertimento Ebraica’dır. Bu eser anlaşıldığı üzere yazıldığı sırada hayranlık uyandırmış ve Ledeč-Quartett tarafından 1942’de, tekrar yukarıda belirtilen konserde 1943’te ve 1944’ün ağustos ortasında bu kez 2 Haziran 1944’te kampta tüberkülozdan hayatını kaybeden Schul’u anmak için sahnelenmiştir. Bu dörtlü (quartet) en nihayetinde kaybolmuş olsa da bir takım eleştirel değerlendirmeleri mevcuttur. Ullmann şöyle söyler:

Schul’un Theresienstadt’ta yaylı dörtlüsü için çalıştığı İbrani halk şarkısında (Divertimento Ebraico) tonalite adına varyasyonlara döndüğü açıktır.[Son gösteriden sonra ekledi] Sonunda, sözde, bu Ledeč’in yeni dörtlüsüydü… Bizim için sihirli bir şekilde güzel ve olağanüstü bir şekilde sahnelenmiş bir Haydn parçasıydı ve arkasından finalde Zikmund Schul’un ilginç ve iyi işlenmiş (aynı zamanda da iyi bilinen) Divertimento Ebraico’suydu.

Ullmann, Terezin’e gönderilmeden hemen önce Schul’un ve kendisinin yazma eserlerini topladıktan sonra, kendisini trene geçirmeye gelen arkadaşları tarafından bunları onlara saklamaları için vermesi konusunda ikna edilmişti. Schul’un bugüne ulaşabilen eserleri Ullmann’ınkilerle kaldı ve seneler sonra İsviçre, Goetheanum’daki Dornach’a gönderildi. 1993’te Schul’un koleksiyonu İsrail’e gönderildi. Schul’un ölümünden sonra Ullmann, aralarındaki sohbetlerden de bahsettiği, onun müziğiyle ilgili bir makale kaleme almıştı:

Son senelerinde Schul yeni müziğin problemleri, form ve tonaliteye dair sorular ve onların tekrar şekillenmeleri ve ayrışmaları, stil, estetik, dünyanın o andaki durumu ve o sıradaki çalışmalarıyla ilgili bir çok ayrıntı üzerine tartışmayı severdi. … Gerçek hevesi müzik olan bu kişiliğin sanatsal gelişiminin iç yüzünü görebilme şansım oldu. Ölmeden önce “Bu duruma gelmem ne kadar acı” derkenki haklılığını teslim ettikten sonra ondan bahsederken “Onun hatırasına” gibi basmakalıp bir söz kullanmıyorum. …Söylediği doğruydu. (Viktor Ullmann, Theresienstadt, Haziran 1944)

Bir viyolacı olan Schul, Duo for Violin and Viola’sını 28 Şubat 1943’te tamamladı. Terezin’den kalan eserler arasındaki en önemlisi belki de Duo’dur. Yazık ki, açılıştaki ilk 74 ölçü kayıptır. Geriye kalan 60 ölçü, ki neredeyse yarısıdır, tutulmuştur.